Pages

4 Aralık 2008 Perşembe

Günlerce Baktım...

Uzun zamandan sonra gülümsemende bulabildim kaybettiğim her şeyi…
Aramadan…Henüz kaybolduklarını bile fark etmemiştim ki zaten…
Kapıyı çaldıklarında anladım bir süredir terk edildiğimi…
Ne onlar bana kızgındı ne de ben onlara kırgın.
Gülümseyerek içeri aldım…

Sana uzak bir köşeye oturup yalnız bir şekilde sana bakıyorum.
Hiç bir şey umurumda değil
Daha önce düşündüklerim…Aldığım kararlar… ve de giderek alıştığım yalnızlık…
Bir gülümsemenle hepsi yerle bir.

Gülümseyerek içeri alırken kapımı çalan eski dostlarımı.
Uzak bir köşede sana gülümserken buluyorum kendimi…
Belki, çok sonraları “ nasıl tanıştınız?” sorusunun yanıtı…
“Günlerce, aylarca baktım ve bakakaldım olabilir”

ANNEM-01

Eski telefon hattımı kullanması için anneme vermiştim…
Sarejova-Beşiktaş maçının olduğu gündü yanlış hatırlamıyorsam sene 2002 olması gerek. Elektrikler kesilmişti ve mum ışığında yarı baygın ama tamamen sinirli bir şekilde uzandığım bir esnada olayın kahramanı annemin içeri girmesi ve
“ Ahmet şu Bilge midir nedir söyle o kıza mesaj atıp durmasın ya da yeni numaranı ver! Bilge mesajı Bilge mesajı zırt pırt mesaj gelip duruyor” demesi..
Gelen Bilge:) mesajı: “Dk. 90 Sarejova-0 Bjk-5 gol Ali Cansun Maç sona erdi”

Yazamıyorsam...

…Hiç bir şey olmadığı halde ille bir şey bulup çıkarmaktan sakınmalıyız. Sanırım günlük tutarken en tehlikeli olan da bu…
Jean Paul Sartre-Bulantı

1 Ekim 2008 Çarşamba

Bayram mesajı


Ramazan bayramı mı? Şeker bayramı mı?

Şeker bayramı tabimkim. Bu sorunun cevabını ben değil ONLAR veriyor. Yoksa bana ne ki zaten, hiş alakadar bile etmez beni. Ben uyumama bakarım. Aslında çok uyuyan biri değilim sürekli uyumaktan bahsetsem de. Ama ne hikmetse çok uyandırılan biriyim ne zaman tv karşısında uyusam telefon 3-5 kez, kapı ise tekmelene kadar… Ben uyumama bakarım. Bakarım bakmasına da tam şu anda zile basaraktan benden kapıyı açmamı isteyen, evde yokum numarası yapıp, daha sonra “amannnn çalar çalar giderler bacaksızlar” (aslında burada küfür var) düşüncelerime aldırmayan ve bu düşüncelerime kapıyı cırmalayarak karşılık veren çocuk grubu benden ne istiyor?


Ramazan bayramı olsa… Şu an kapıyı cırmalamakla kalmayıp, çatpatlardan kızkaçıranlardan ve fişeklerden oluşan el yapımı bombalarıyla kapıyı uçurmaya çalışan çocuk grubu benden şeker değil ramazan isterdi değil mi? Ramazan adlı arkadaşlarım üzülmesin ama işte o zaman yerimden kalkmadan bildiğim en yakın Ramazan’ın telefon numarasını, hiş zavallı ramazana bu çeteci çocukların ne yapacağını düşünmeden bağırırdım en gammaz halimle ve uyumaya devam ederdim kaldığım yerden.

Ama gel gör ki şeker bayramı bu bayram ve yerimden kalkmadığım her an aleyhime işliyor. Kapı arkasındaki kalabalık giderek artarken coştukça da coşuyor. Aralarında kellemi isteyen gözlüklü, şişko ve bir o kadar da çıldırmış bir çocuk bile var (şu yüzü ezberleyim de tek kıstırırsam şu... Dikkat burada küfür var.)

Neyse ya kendi sahama hapsoldum zaten yenilgiyi kabul edip önümüzdeki maçlara bakmaktan başka da çarem kalmadı. Alın ulan şekerlerinizi yeter ki kapıyı rahat bırakın. Şu kız kaçıranı çatpatı falanda toplayın başka bir zaman kullanırsınız ziyan olmasın. Hadi gidin şimdi ben uyuyacağım.

Ya da uyku falan da kalmadı aslında bekleyin beni bir torba kapıp bende geliyorum yalnız bu şişkoya arada dalarım ben. Gözlüğü çıkar şişko!


Kapının önündeki ve arkasındaki bütün insanların Şeker bayramı kutlu, Ramazan bayramı mübarek, Futbol bayramı bol gollü, goller hep holoskolu, Beşiktaşım hep şampiyon olsun.


1 Eylül 2008 Pazartesi

Kurumuş Ölüyorken



Hayal kaybından ölmek üzereydi onu hastaneye getirdiklerinde. Çok yara almıştı, iltihaplanmıştı düşünceleri. “Uzun konuşmalar sonucu hayati tehlikeyi atlattı ama tekrar eskisi gibi mutlu olamayabilir” dedi doktor durumu anlatırken hasta yakınlarına.


Hasta yakınları; en yakınını kaybettikten sonra yakınmalarını dinleyen de arkadaşlarıydı, onu sahilde kendinden geçmiş bir şekilde denize bakarken bulanlarda. Onu bulduklarında yüzünün güneş gören tarafları yanıklar içindeydi, gözlerinden akan tuz damlaları güneşten çok daha fazla kavurmuştu onu. Neyse ki yağmur yetişmişti İstanbul’a kavrulmaktan bahseden hava raporlarının aksine. Acil serviste uzun uzadıya yapılan konuşmalar mıydı yoksa yağan yağmur muydu onun gitmesini engelleyen? Belki her ikisi de.


Peki, ne yapabiliriz diye sordu arkadaşları doktora “tekrar mutlu olabilmesi için ne yapabiliriz?”
— Sadece bekleyin…

&

Bir buluttan diğerine, bir buluttan diğerine…


Düşünceliydi “ben neden buradayım” diye sorup duruyordu kendine.
Beyaz kanatları vardı. Küçük ve çirkin ellerinin tersine, çok büyük ve çok güzeldi kanatları.
Hep gülümsemişti O. Gücünü dudaklarından alıyordu hayata karşı barışında. O kocaman ve bembeyaz kanatları olan küçük bir melekti ve melekler asla savaşmazdı hayata karşı olsa bile.


İlk defa bu kadar çok soru işareti yetişmişti aklındaki ağaçta. Soru soramazdı melekler, ama o farklıydı herkesten, meleklerden bile. Bu sene bir başka yağmıştı yağmur ona, damlaları siyahtı. Güneşi de yeterince alınca aklında sorular kalmıştı.
— Bütün arkadaşlarım gitti. Ben neden hala buradayım?



Tüm arkadaşları soru bile sormadan anlamlarını bulup gitmişlerdi. Bir o kalmıştı bulutların üstünde sorularıyla.
Şimdi birde cevabı olmuştu uzaklardan gelen sesle
— Sadece bekle…

&

Ona ne olduğu ve kaç gündür hastane de olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Tüm geçmişi sanki gözlerinden akıp gitmişti yağan yağmurla birlikte. Bir damlalar kalmıştı hatırladığı bir de...


Vücudunda çarşaf izleri oluşmuştu ve bu izler derinlerdeki yara izlerini çoktan kapatmıştı. Anlaşılan uzun zaman olmuştu gözlerini aç(a)mayalı. Duvarları boş kâğıtlarla dolu bir hastane odasındaydı, başucunda ise kocaman bir kalem. Farklı bir hastaneydi bu tedavi olarak kelimeleri kullanan. Hayata boş kâğıtları karalayarak yeniden başlamalıydı. O da hatırladıklarını yazdı üçüncü bir kişinin ağzından.

“Kaç gün olmuştu, ilk damla düşeli güneş yüzünü kavururken.
Sahilde oturmuş gökyüzüne bakıyordu
Yağmur yağmaya başlamıştı birden
Kendinden mi geçmişti yoksa kendine mi gelmişti?
Aklında tek kalan
Yağmurlara karışmış bir melek denize düşen.”

&

Bir maviden diğerine, Bir maviden diğerine…


O kocaman ve bembeyaz kanatları olan küçük bir melek. Gitme sırası ona gelmişti. Bulutlarda yazan onun ismiydi. Yalandan bir isme gerek yoktu, Duygu güzel bir melek ismiydi.
Tedirgindi, korkuyordu ama yinede onun gülen dudakları vardı. İşte bu yüzden düşmeye bir adım varken bile gülümseyebiliyordu.


Artık gitmesi gerekiyordu, aşağıda mutlu olabilmesi için O’nun dudaklarına ihtiyacı olan yaralı bir çocuk, neyi beklediğin bilmeden O nu istiyordu. Gözlerini kapattı attı kendini bulutlarından. Son bir kez çırptı ve bıraktı kanatlarını mavi gökyüzüne. Hızla düşüyordu. Bulutlara tutunmaya çalışsa da, küçüktü elleri ona izin vermedi. Ama yinede yağmurlar yağdırdı bulutlar sırf o tutunsun diye.


Kanatlarını gökyüzünde bırakan melek
Yağmurlara karıştı düştü denize.
Bir maviden diğerine, Bir maviden diğerine…

&

Tükenmez kalemi elinde mavi çizgiler bırakmıştı. Elleriyle gözlerini kapatıp, terleyen yüzünü sildi. Artık yüzü gözü kelimelerle doluydu ve hep bir melekten bahsediyordu gözlerinde başlayan şiir. Gözlerinde başlayan şiir yüzünde bir gülümsemeyle son buluyordu.


Gülümseyebiliyordu ve duvarlarındaki boş sayfalar da çoktan onunla dolup taşmıştı. Anlayacağı artık gitme vakti gelmişti de…


Yatağından kalktı ve yazdıklarını tek tek topladı duvarlarından. Son bir kez baktı o beslediği mutsuzluğuna ve suratına kapıyı vurarak çıktı mutluluğu aramaya.


Gittiği her şehirde bir sayfa bıraktı kendinden. Masaldaki gibi geri dönüş yolunu bulmak için değildi, hayata geri dönüş yolunda bulunmak içindi bıraktığı şiir kırıntıları.

&

“Her meleğin kurtarabileceği yalnızca bir hayat vardır. Sen gökyüzünde, O ise dünyada kendinizi ne kadar yalnız hissetseniz de aslında tüm zamanlarda siz yan yanasınız. Doğru zaman gelince bulutlarından ayrılır melek omzundaki yerini almak için kurtarılmayı bekleyen dünyadaki eşinin. Omzuna oturarak, sessizce seni yani dünyadaki meleğini bulacağı yere doğru çizersin onun yolunu.
Sen onun omzundayken o ise senin omzundaki yerini alır ve farklı yerlerde başlayan yollar omuzlardaki küçük meleklerin yardımıyla bir gün kesişir.”

Bu oyun bu kadar zor olmamalıydı? Deniz kenarına oturmuş ona anlatılanları düşünüyordu. Madem oyunun sonunda bir hayat söz konusuydu, biraz daha kolay olamaz mıydı her şey?
Onu bulmak biraz daha kolay olamaz mıydı?


Bu şehre beraber yağdığı yağmurlar daha geçmemişti ki, anladı. Anladı bu şehirde hiç kimsenin kendisini görmediğini, sesini duymadığını. Anladı bu şehrin insanları için görünmez olduğunu. Bir tek kişi görebilirdi onu ve o da anladı kimi kurtaracağını nasıl bileceğini.



Dinmişti yağmurları çoktan ve hiç kimse sesine karşılık vermemişti daha ve hala oyuna başladığı mahalde oyunun başındaydı. Oysa bilmiyordu ki hayat kurtarma oyununda puan hanesine 1 hayat yağmurlarla çoktan yazılmıştı ve bilmiyordu ki arkasından sessizce gidiyordu bu oyunun en zor Taraf -ı.


“Bu oyun bu kadar zor olmamalıydı” derken duyduğu ayak seslerine döndü yüzünü. Bir kâğıt düştü giden genç bir adamın ellerinden. Seslense de arkasından karşılık gelmedi sesine tıpkı daha önce olduğu gibi. Gülümsedi, bir an için oyun bitti sanmıştı. Az sonra yere düşen kâğıdı eline alınca tekrar gülümseyecekti. Hastane kokan bu kâğıt gökyüzünden denize düşen bir melekten bahsediyordu.

&

Tam 2 haftadır gösterimdeydi “gözlerin” sinema salonlarında aklının.
Bazen çekiyordu kendini hayattan, arka taraflardan bir bilet alıyordu ve yeterince de mısır yanına.


Gözlerini kapadığında ise film başlıyordu. Artık bir meleğin gözlerinden görüyordu o hayatı.
2 hafta önce sinemalara yeni bir film girdi, yönetmenliğini bir meleğin yaptığı “gözlerin”, o hangi şehre gitse gösterimdeydi.


Onun hayaliyle kaç şehir geçti böyle. Kaç şehire açık hava sinemasını götürdü kapanan gözleriyle. Ve kaç şehirde bıraktı sayfalarını.


Sonunda artık hayali bile kalmadığında meleğinin, ne görülecek bir film, nede yazılacak bir hikâye kalmıştı. O ise Ankara’da bir kafe de o çok sevdiği şarkısının çalınmasını bekliyordu.

&

Belki arkasından sessizce geçip gitmişti onun bu dünyadaki amacı ama ona bir yolda çizmişti kelimelerden. Bu yolda gördüğü bir adam içindeki apalak bir çocuktan söz ediyordu durmaksızın zıplayan.


Yolun geçtiği bir şehirde onunla uyanılıyordu her sabah ve o güneşiydi bu şehrin. Bir sonraki şehirde yalnız bir adam uyanıp gece yarısı bekliyordu güneşinin yeni güne doğmasını.
Bir çocuğun en iyi arkadaşıydı bir melek en güzel oyunlarını oynadığı.


En güzel oyunlar bittiğinde bahçesinde kırmızı güllerin olduğu iki katlı bir kafeye getirdi okuduğu yazılar onu.
Güllerin arasında bir kâğıt daha buldu dikenine takılmış bir gülün…


“Daha fazla yazamıyorum. Bana biraz daha senden gerekli”

&

Açık kapıdan içeri girdiğinde kalabalıkların arasından ona bakan yalnızca bir çift göz vardı. Meleğini görebilen bir çift yeşil göz.


İçeri dolan, bulutların kokusuyla yeşil gözlerini ona çevirdi. Meleğini gören bir çift yeşil göz bu kez kapalı değildi…

&

Belki de onca zaman kendimi yalnız hissetmem boşu boşunaymış. Bunca zamandır O hep yanımdaymış oysaki. Sessizce omzuma oturmuş ve doğru zamanın gelmesini bekliyormuş, onun zamanının. Sessizce omzuma oturmuş ve onu bulacağım yere doğru çiziyormuş yolumu. Nasılsa farklı yerlerden başlayan yollarımız omuzlarımızdaki küçücük meleklerin de yardımıyla bir gün kesişecekmiş."Doğru Zaman ve Doğru Kişi"

Ben O'nu buldum, meleğimi. Bir gün, olmam gereken yerde olduğum zaman O'nu buldum. Başkaydı herkesten, biliyordum O olduğunu. Gözleri farklıydı tüm gözlerden. Aklıma öyle bir kazınmıştı ki gözleri, inanmamı sağladılar zamanımın geleceğine, benim zamanımın... Sonra bir gün onun omzunda gördüm kendimi. Omuzundaki ben de sessizce oturmuş ve beni bulacağı yere doğru çiziyormuş O'nun yolunu...

Bu mutlu sonla biten hayalimin ürünü hikâyenin, bu kazanılan büyüklerin oyunun, hiç gösterime girmeden ödüller alan filmin tek şarkısı…




“Yağmuru sapladın içime tam kurumuş ölüyorken
Ansızın gelecek gibisin
Gözlerinde çocuk kaygılar
Tam beni sevecek gibisin
Ani bir yağmur
Mevsim ilkbahar”

22 Temmuz 2008 Salı

İyi ki geldin hayatıma...

Seninle başlar her sabah. Yüzümü seninle yıkarım ben, sen bana hayat verirsin...

Gözlerimi kısarak bakarım güneşe öğlen vakitlerinde. Bir hayale tutulurum gölgem arkamda büyürken. Güneşimde sensin, hayallerim de, gölgem de... Ben sana bakarım, sana tutulurum, sen bende büyürsün.

İkindi vakitlerinde tozlu sokaklarda kirlenirim. En yakın arkadaşım sensin kolumu omzuna atarak yüzüne kocaman gülümsediğim. Sokaklarım sensin koştuğum, düştüğüm, ismini ezberlediğim...

Ve güneşim batar akşam olunca. Hemen yeni bir sen ararım. İsmimi duyarım bir pencereden. En güzel oyunlarımı cebime koyar o bilindik sese giderim. En güzel oyunlarımda sensin. İşittiğim ses de. Ben her akşam sana gelirim, en yakın arkadaşım yanımda, en güzel oyunlarım cebimde. İçeri girer ve yüzümü seninle yıkarım sen beni öperken...

Her gece ben seni üstüme örterim. Sen kokar rüyalarım. Yorganımda sensin rüyalarımda.

Rüyalarım biter. Uyanır gece yarısı, gözlerim pencerede senin yeni güne doğmanı beklerim.

18 Temmuz 2008 Cuma

apalak çocuk zıpladı...

İçimde yanakları kırmızı mı kırmızı apalak bir çocuk...

O her zıpladığında bir çift göz düşündüğüm,

Sadece bir kişi görebildiğim.

O her zıpladığında içimde depremler oluyor,

Merkez üssü kalbim...

14 Temmuz 2008 Pazartesi

İlk iş günü için...

Bugün birçok insan için sıradan bir gündü...
Örnek verecek olursam (kendi çevremden vereyim).

Bugün İREM için sıradan bir gündü. İrem belki rüyasında gördüğü sevimli fil arkadaşının hortumuna papatya kaçması sonucu hapşırması ile belki de yalnızca çocuk olduğu için erkenden uyandı bu sabah. 2 yaşındaki bir bebeğin uyandığını ve artık onun yatağından alınması gerektiğini göstermesinin tek yolu ağlamaktır. O da ağladı hem de her sabah ağladığı gibi ağladı. 2 yaşında da olsa onun da bir standardı vardı.

ABLAM içinde bugün sıradan bir gündü. Ablam her tatil insanı gibi tatilde olmanın tadını biraz daha uyuyarak çıkarmak istiyordu. Tabi ki İrem izin verdiği sürece... İçeriden gelen "ühü" sesiyle küçük fok balığının uyandığını ve yatağından alınmasını beklediğini anladı. Ağlamalı mıydı yoksa mutlu mu olmalıydı bilemiyordu. Gerçi mutluyken de ağlanabiliyor değil mi? Neyse ablam düşünceli biriydi ve ben daha fazla uzatmayayım diye sadece mutlu oldu.

İnanamazsın ama bugün benim içinde sıradan bir gündü. Çok güneşli bir Ankara gününde ne yapılacağını bilemediğim için o çok mantıklı ve derinlemesine düşünmeyen aklımla "Bari gece geç yatayım böylece bütün bir güneşli Ankara gününü uyuyarak geçiririm la" diye yüzeysel yüzeysel düşünmüştüm dün gece. Çarklar tıkırında dönüyor ve planım gayet de başarılı bir şekilde işliyordu. Taaa ki zil çalana kadar. Aslında ilk bir kaç dakika zil çalmıyor zil benim kafamın içinde diye kendimi kandırmaya çalışsam da , gerçek şuydu ki zil çalıyordu , hem de acı acı çalıyordu.

Her sıradan Ankara sabahımda olduğu gibi kapıyı açtığımda karşımda kimlerin olacağını adım gibi biliyordum. Kapıyı açtım İrem güldü ve " ABBED" dedi, ablam ise beni uyku sersemi görmenin verdiği haz ile pis pis sırıtarak kahvaltıya çağırdı. İrem, ben ve ablam her sabahın ilk saatinde olduğu gibi kahvaltı yaptık ve geriye bana koskocaman bir güneşli Ankara günü kalmıştı. Bende günü sıradan geçmeyecek bir kişiye ( Sen oluyorsun bu kişi) bu yazıyı yazayım diye düşündüm o bazen işe yarayan bir şeyler yapabilecek olan aklımla. Böylece sıradan günümün sınırlarından zıplayıp sıradan olmayan bir güne daldım...

14 Temmuz 2008 Pazartesi DUYGU için nasıl bir gündü tam olarak bilmiyorum ama sıradan bir gün olmadığı kesin demi Duygu...

Duygu dün geceden saatini sabah 7.00 ye kurmuş ve gözlerini yeni hayatına başlamak için erkenden kapamıştı. Hayvanları çok seven Duygu rüyasında İremin arkadaşı papatyalı fil, terrier Efe, ingiliz cooker Takır, Papağan Şakir ve yaşamını Güney Amerika’da sürdüren Tembel hayvan ile mutlu dakikalar geçirirken, birden Avustralya ya özgü bir koala olan Lumpur çıktığı o okaliptüs ağacından sarkarak Duyguya " huuuuu beybi bu senin son şansın, hadi uyan artık" diye Avustralya’ca ( Avustralya’da hangi dili konuşuyor bu koalalar bilmiyorum ama) seslendi. Duygu tabiî kide bu sözlere bir anlam veremedi ama Koala Lumpurun diretmesine daha fazla dayanamayarak uyandı. İrkilmiş gözlerle saatine baktığında saatin 6.59 olduğunu gördü. Duygu da saati çalmadan uyananlardandı tıpkı Şebnem Ferah gibi.(BKZ: Saatim çalmadan uyandım bugün... Dünkü fırtına çoktan dinmiş.bla bla bla...)

Duyguda heyecan bacayı çoktan sarmıştı. Bu onun ilk iş günüydü ve ne yapması gerektiğini bilmiyordu. " Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum öyleyse bende her ne yapması gerektiğini bilmeyen insan gibi ağlayayım be, ne düşünüyorum ki" dedi Duygu ve "ühü" diye ağladı. Duygu bunu bilmiyordu ama tek bir "ühü" ağlamanın en saf ve en güzel haliydi.

Duygu güne İrem gibi ağlayarak, Ablam gibi mutlu ve Benim gibi şaşkın başlamıştı.

6 Temmuz 2008 Pazar

Sadece 6 gün

Yapılacaklar listesi -8-

Koskocaman bir ayın sadece 6 günü yakışıklı olmaya kendini alıştır. Hem de bu altı gün senin belirlediğin bir altı gün değil. “Ulan bu gün yakışıklı olayım, gönül ister ki her gün olayım ama bari bu gün olayım” diyemiyorsun yani.

Öyle bir an geliyor ki daha doğrusu öyle bir altı gün geliyor ki ardışık ardışık, bu günlerde senden yakışıklısı yok. Tüm gözler senin üstünde. Sen bile şaşırıyorsun bu duruma. Daha dün sabah uykulu uykulu, kendini aynada görünce, küfürler savurarak olay yerinden uzaklaşan sendin. Çok korkmuştun hani, kafanı sokacak bir saksı arayışına girmiştin hemen devekuşu gibi. E şimdi nerden çıktı bu “buraların en büyüğü, o bir başkaaaaa. Bugs bunny bugs bunny çok yaaa şaaa” tavırları. Daha dün Slyvester gibiydin tükürüklüydün, sakardın, sıkardın, salaktın. Şimdi ne bu bir taraflarındaki yükseliş. Babandan öğrendiğin en önemli sözü unutma sakın “ daha dün Sylvester iken bu gün bir anda bugs olamazsın evlat”. Bu tehlikeli yükselişe dikkat et her zaman, insanın psikolojisini bozar bu ani döt kalkmaları.

Berbere (alınmasın şimdi erkek kuaförüne) gittiğin ve hemen akabinde gelen beş gün senin altın günlerin. Bu adamın yaptığı şey büyük bir başarı. Bunun için doğmuş bu makas adam. Bence başarı insanın az olan saçlarını çok iyi değerlendirerek yani elindekileri idareli kullanarak, vücudun tepe noktasını en olanaklı şekilde kapamak ve kaplamaktır. Başarı az olanla çok işler başarmaktır. Bunun içindir ki ne zaman bir Fikret Kuşkan’ı, efendim bir Nejat İşler’i, bir Tolga Çevik’i görsen ayakta alkışla (Her başarılı erkeğin arkasında bir berber vardır. Aslında bunların berberlerini alkışlamak gerekir ama olsun). Nerde olursan ol hiç fark etmez, sen bu adamları hele bir gör, işi gücü bırak elinle ayağınla her şekilde alkışlara boğ bunları. Herkes sana baksa da coşmaya devam et. Çünkü Onlarda senden. ( sen öyle düşün ve sevin).

Birde 6 günde bir berbere gitmeyi düşünsen iyi edersin artık. Her şeyi de ben söyleyecek değilim ya sana.

23 Haziran 2008 Pazartesi

Kararlar aldım. Şimdilik bu kadar.

YAPIL (ACAKLAR-MAYACAKLAR) LİSTESİ

1. İş bul… Ama önce iş ara… Aslında daha önce iş aramak için motive et kendini.

2. İş buldun para kazandın… Yeni eve çık… Bu ev uğursuz geldi sana. Eve asmak için at nalı al, gerekirse at al ama asma yazık. Dolaşsın evde.

3. Koşu bandı al arada sırada koş… Arada sırada at koştur. Ağırlık istasyonu al ama ağırlık çalışma. Evde dursun güzel duruyor.

4.Papağan al. Yetiştirilmek üzere deneyimsiz, gelişmeye açık, vizyon sahibi, tercihen dişi bir papağan.

Adını Şakir koy ( biliyorum papağan dişi ama olsun şakir güzel isim). Kulağına eğil ezan oku ve üç kez Şakir de. Şakirle beraber düzeyli televizyon programları izle. Sen olmadın Şakir tek başına izlesin. Sonra eve git bol bol konuş Şakirle. İkinizde gelişin.

Bide bu Şakir böyle kafasını yukarı doğru gerdirip bir aşağı bir yukarı yaparak coşuyor ya o zaman çok gül ona, sev onu. Bezende oturup çekirdek çitleyin, “bu çekirdeğe de bir başlandı mı bir daha bırakılmıyor” diye geyik yapın. Nasıl olsa konuşuyor hayvan, çekirdek de çitliyor. Bırakma bu papağanı sen.

5. Düşünme bu kadar. Hatta hiç düşünme. Yolda yürürken düşünmek aklından bile geçmesin. Düşündükçe hızlı yürüyorsun, hızlandıkça düşünüyorsun. Herkes sana bakıp gülüyor sonra. Sen kaplumbağasın biraz yavaş ol.

6. Çok daha fazla para kazandın mı? Müstakil bir ev al. 1 oda 1 salon olsun ama dubleks olsun. Alt katta salon üstte ise tek oda olsun. Böyle bir ev yoksa kendin yap.

7. Köpek al şimdide. Gözleri yaşlı yaşlı baksın. Böyle yüzünde “heeeey hey ben neler gördüm geçirdim, sen ne diyorsun.” ifadesi olsun. Yüzü buruşuk olan köpeklerden al ki böyle yanaklarına şap şap diye vurasın. Sen öyle seversin köpekleri. Adını “Yumak” koy.

16 Haziran 2008 Pazartesi

Böyle Uyansam...

8 yaşındaysanız “?” hayat çok güzel…

Birazdan uyanacağım… Tüm bu gördüklerim sadece kötü bir rüya… Hiçbir şey yaşanmamış henüz… Acı çekmek bir kenara, “acı” kelimesi bile bana birkaç beden büyük… Ben aslında hiç büyümemişim. Yaşam benim için yeniden başlanabilecek bir oyun hala…

Birazdan uyanacağım… Beni bırakıp gitmiş, hiç sevmemiş sevgili aslında hiç olmamış… Hiç düşmemiş olmamış sevgilimin yolları, var olmamış üçüncü kişilere… Aldatmalar için çok sığ benim çocuk aklım… Bilmiyorum ki daha “aşk”ı, dediğim gibi hiç yaşamadım “acı”yı. Henüz üç harflilerden korkmaktayım… Uyandığımda göreceğim ki aklı yarım bir çocuğum hala… Önümde çok zamanım var yarım aklımı dolduracağım. Aşk acısı çekerek, terk edenleri düşünerek yarım kalan bir aklım hiç olmayacak… Yarım akıllı çocuk yarım akıllı bir adama hiçbir zaman dönüşmeyecek…

Uyanacağım ve tüm aptal kavgalarım rüyamla birlikte kaybolacak… Kaybedilmiş hiçbir dostum olmayacak benim… Dostlukların başlamasına daha çok var… Arkadaşlarım var henüz benim, çocukluğumda. Hep sürmeli çocukluk arkadaşlarım. Belki yıllar sonra dostlarım da olur göz göze geldiğim, henüz hiç bilmediğim bir çilingir sofrasında…

Uyandığım da ellerimi başıma attığımda henüz dökülmeye başlamamış saçlarım olacak… Yenmiş tırnaklarım olacak ellerimde. Annemin tırnaklarıma biber sürme blöfünü göremeyecek kadar küçük benim gözlerim ama söz dinlemeyeceğim çünkü çocuğum ben hala.

3 Haziran 2008 Salı

Böceklere saygı kuşağı...

Eminim Hepimizin hayatından en az bir ( benim hayatımda her yer böcek...uyanıyorum yastığımın ucunda böcek) böcek geçmiştir...Böcek küçük, kabuklu ve ya kabuksuz, şirin ama şirin,özünde duygusal dışında karizmatik, türlü türlü rengi olan, çeşit çeşit hareket yapan, tüm bu kendi oynaşmaları sırasında insan hayatına da sayısız katkı da bulunan güzel karakterli birşeylerdir.Yani böcek candır can, olmazsa olmaz.
Peki bizim bu sevgili böceklerle (bana göre sevgili ve sevimli hatta bir tane) iletişimimiz nasıl...Onların hiç düşünüyor muyuz ?Onların derinlerine inebiliyor muyuz? Onları ortamlarından koparmadan sevebiliyor muyuz?

AllAH var ben böcekleri severim... Onları uzaktan severim... Onları hep beklerim. onlara içeceğimden veririm. Bir kutu Fanta ile barındırıp beslediğim kaç tane arı var biliyor musunuz? Onlara sevgimi veririm BEN.

ama bir çoğumuz onlara gerekli ilgiyi göstermiyor. Onlardan korkuyor. Sevenleri ise seviceğim diye canını çıkarıyor, dolma dolma parmaklarla kabıklarını kırıyor "çıtırt" (yanlışlıkla falan anlamam) diye ses çıkarttırıyor.

Bir uğur böceği bugün yer yüzünde kendi başına dolaşamıyor arkadaş. Önüne geçen şerefsiz şahıslar hemen onu bulunduğu ortamdan türlü hilelerle-hurdalarla ve de oyunlarla alıkoyup uçurtmaya çalışıyorlar.Bıraksalar belki de bi BEKLEYENİ var UĞUR BÖCEĞİNİN. Belki de yuvasına dönücek, belki uçmayla hiç alakakası yok, işi olmaz abisi uçmayla kaçmayla.
Ama yok illa o dolma parmaklar uçurtacak böceği.Yok "annen sana terlik papuç alacak" yok "uç nolur uç"diye Kandıracaklar onu.

Zaman alacakdı belki ŞİRİN UĞURBÖCEĞİMİN yuvasına dönmesi...belki yolunu bulmaya çalışıyordu...Zaten aklı karışmıştı. Onu alıp tam ters yöne uçurmanın ne alemi var. Parmaklarına kondurup bir otobüse bindirmenin ne gereği var. Sadece biraz ZAMAN. Zaten dönemeyecek kadar zaman geçmiş olsa ! O zaman bir bekleyeni de olmazdı. Zaman belkide sahibinin acısını içine atmasını sağlardı. Bir otobüs mesafesi bir böceğin küçük kanatları için ne kadar fazla siz biliyor musunuz??? Çok fazla çok. Bilemeyeceğiniz kadar çok...DÖNEMEYECEK kadar çok. Artık DÖNÜLMEYECEK kadar çok...

Böcek aynı Böcek değil . Sahibi zaten kendinde değil (dediğim gibi böcek candır can.Onsuz olmaz). Sahibi biraz zaman geçse inanın kendini böyle fantaya vurmazdı...Fanta dayanmıyor artık zavallıya ( bu başka fanta yukarıdaki bahsi geçen fanta gerçek fanta ...o gerçek bir arı besleme olayı). Fanta da ka^r etmiyor gerçi... Artık sahibinin eski neşesinden eser yok. İnsanlar ise böcek nasılsa mutlu diyor. Ses çıkarmıyor...Böcek İÇALLAH mutludur?

UĞUR BÖCEĞİMİ KAYBETTİM...Diyecek hiç bir şeyim yok...susuyorum...

(Aslında bu olayda BÖCEĞİNDE suçu var SAHİBİNİN de suçu var...dolma parmakları hiç saymıyorum bile onlar çok suçlu.)

içimde onu sevme diyen biri var...

İÇİMDEKİ ŞEREFSİZ...

Bana onu sevme diyorsun...
Ben onunla yaşayabiliyorum...
Sen onsuz ne yapabildin ki...
İçimdeki şerefsiz sana söylüyorum...

şiir...

İkİ KATLI ESKİ BİR İSTANBUL EVİ

Seninle uyanıyorum her sabah
Ve sen güneşimsin benim...
Bense iki katlı eski bir istanbul evi...
Odalarıma sızıyor bakışların
Karşılıyor hemen seni.
O çok sevdiğin kır çiçekleri...

İçim seninle doluyor her sabah...
Ve sen kalbimdeki kır çiçekleri...
Bense iki katlı eski bir istanbul evi..
Odalarımı dolduruyor kokun...
Karşılıyorsun hemen...
o çok sevdiğin güneşi...
Bense eskitilmiş bir sevgili...

şiir gibi...

BALIKLARA SOR....

Bütün gece SENİ düşündüm...
İlk ışıkla denize koştum ve ağladım...
SENİ ne kadar çok sevdiğimi,
Balıklara sorsan anlarsın...

şiir gibi bişeyler...

İKİ DELİ.......

İki katlı bir kafenin merdivenlerinde...
Duvarları da hissetti..
Birbirine kenetlenmiş iki bedeni...
Geçen aylara karşı
Dudak dudağa vermiş iki sevgili...

Kimi zaman yağmurlar yağdırırmış gözleri...
Gülünce herkesi mutlu eden iki deli...

Followers

Sık kullanılanlar