Pages

14 Eylül 2010 Salı

-------

Şimdi vakit geç ve karanlıktayım. Gökyüzünü izliyorum yıldızların aydınlattığı. Diplerindeyim, diplerine ışımayan yıldızların. Anladım ki bir tek mum değilmiş dibini aydınlatmayan. İçim dışım karanlık. Saydamım sanki bu noktada . Nerede miyim? Son sekiz biradır olduğum yerdeyim. Sahilde, kayalıklarda, zihnimin içinde bir noktadayım.

Onu orda gördükten sonra, zar zor bulabildiğim yollardan vurdum kendimi deniz kıyısına. Hem kendimi hem de içi bira ve 500 gr leblebi ile dolu olan poşeti. 2 şişe boşalıp da içindekiler geçtiğinde boğazımdan, hiç bir antlaşmamda yasak değildi boğazımdan geçişleri, O’nu getirdim yanıma, bu kez bildiğim yollardan. ilk günlerdeki gibi.

23 Mayıs 2010 Pazar

Geriye Bakınca...

Atılan kementlerle boyun bağlayan...

Rengârenk kravatlarla yerlere çekilen.

İşte böylesi devrik bir beden.


Böyle devrilmiş bir bedenden, hiçbir kurallı cümle beklenmez ki.

Yaptığım imla hataları, bütün hayatımdakilerin en basitleri.

Hüzün

Siyah beyaz bir fotoğrafın var karşımda.
Parmak uçların saçlarından hüzünler topluyor.
Damlalar gözlerinde, gözlerin avuçlarında gittikçe büyüyor.
Sonra omzunda taşıdığın iki küçük harf arasında kalmış bir kalp.
Büyüyen her damlayla sanki iki kalbinde atıyor.


Damlalar ve hüzün...
Hüzün.
Hüzün bir çift göze bu kadar yakışmaz ki.

14 Mayıs 2010 Cuma

07.05.2010

07.05.2010

Karanlık… Gece açık pencerelerden içeri girerken, bulunduğu odanın şeklini alıp, ona sonsuz karanlığından sunuyor. Alanın ve satanın memnun olduğu, kimsenin elindekileri ederinden daha ucuza çıkarmadığı bir alışveriş… Yükte hafif, yazıda ağır bir gece…


Herhangi bir saatin üst sokaklarında yelkovanın akrebi kıstırmasına, henüz birkaç şarkılık zaman var. Kadıköy’de, bir çatı katındayım. Bekliyorum. İlk şarkıyı pas geçtim. Sokaklarca ilerledi yelkovan akrebe, pas geçilen bu şarkıda. Sıradaki şarkı onlar için gelsin diyorum. Sevmenin zorluğundan bahsediyor, anteninin kırılmış ucuyla bizlere kız kulesini gösteren eski bir radyoda, Orhan Gencebay.


Karanlık bir gece ve saat 12… Kadıköy’de bir çatı katında martıların çığlığına, Orhan Gencebay’ın yoğun sesi karışıyor. Yoğun bir anason kokusu sanki bu, martıların çığlığına katılan.

Türkçe bilen herkesin kulaklarına, hayatlarında bir kez bile olsa bir şiir fısıldayabilmiş olan bu adam, “sevmek çok zor” diyor. Bu gece ise iki çift kulaktan giriyor bu fısıltı. Benim ve Deniz’in…
İkimizde susuyoruz.

“ Sevilmemek çok zor” diye ekliyor.
İkimizde biliyoruz.

Sevdik amma sevildik mi?
Bilemiyoruz.

 

2 Mart 2010 Salı

...

Bir gece sakala ve saça karışmış iki kömür gözden duymuştum, bilinenin tam aksine dünyanın içtikçe durduğunu. Tek gözünü yumdu ve kaç kömür kaldığını sordu sakallarının avucunda. Elindeki gazeteye sarılmış sihir, şişeden dişlerine doldu. Hiç kömür kaldığında dünyayı durdurmuş bir sihirbazdı…

20 Şubat 2010 Cumartesi

Bİr Elmanın İki Yarası

Bir Elmanın İki Yarası

Saat yönünün tersine çevirip içe doğru kapattım. Kırptım, büktüm ve bir fincana sığdırdım tüm hayallerimi. Hayal dünyasındasın diyerek gülümsedi Falcı kadın, “bastır bakıyım parmağını”… Üç dilekten üçünün de Sahibi Sen iken, nedense bastırdığım parmağın ismi Hayat parmağı çıktı… Senin Hayat olduğunu bu kez de telve doğruladı... O küçücük fincanda bir elma ağacı büyüyordu ki kahverenginde,"hayrola” diyerek durdurdum serpilmesini. “Sus! korkutma sakın!” diye fısıldadı, “ o yeni bir gönül macerası”. Gamzemi çıkarttım geçtim. Sen yaralı, Ben yaralı…
Biz olsak olsak, bir elmanın iki yarası.

10 Şubat 2010 Çarşamba

Kar Yağarken...

Kar Yağarken...

O şehri sevememek için
mazide kalmış bir sevgilin var Senin.
Ne içi boğazının ne de kenarı denizin,
Sevemedin Gitti!
O şehirli bir bahanen var Senin.

Ayrılığın rüzgârı sert
Boğazından gelirde eser şehrin
Çoğu gecelerde sesini de kısar
Yüzüne kapattığın ellerin.

Peki ya yağmışken
yumuşak bir havada tüm eskilerin.
Ve gözlerin hüzün tutmuşken hazır
Şehri şiir mi şiir bir adam;
Sen
bu adamı,
bu şehri...
Sen bu şiiri sevebilir misin?

21 Ocak 2010 Perşembe

Bugün 31 Ocak

- Bugün 31 Ocak-

Yağmur damlaları bir nebze de olsa içindeki ateşi söndürebilir diye kendini dışarı atmak istedi. Nefes alamıyordu bu yüzden soluğu dışarıda almalıydı. Saatlerdir ekranda gördüğü, işittiği haberler artık onunda sonunun yaklaştığını ya da yaklaşması gerektiğini bildiriyordu. Tüm yayın akışları bir haberle kesiliyor, bazen bir tartışma programı sunucusunun ağzından, bazense bir haber spikerinin… Bir hava durumu sunucusunun ağzından bile yağan sağanak yağmur yerine hep aynı haberler “toplu intiharlar” dökülüyordu…

Apartman kapısından sokağa adımını atar atmaz yerde yatan siyahlı beyazlı iki kişi gördü… Yanlarında cam kırıkları... Kendilerini camdan attıkları için sanmayın bu kırıklar. Bu onların ölüme giderken son kez şerefe kaldırdıkları kadehlerin kırıklarıydı. Yanlarından geçerken eğilip yerden hala anason kokan bir cam kırığını aldı, sol göğüs cebine sakladı ve sokakla caddenin kesiştiği yere, sahile inmek üzere ilerledi.

“Hiç biri yokken… Bir O vardı”.
“Yinede Sen varsın ve hep var olacaksın” diye düşündü “ama bu ümitsizlik Beni mahvedecek”

Birçok araba gördü duvarlara vurdurulmuş ve çok da kan gördü yağmurun sahile doğru önüne kattığı. Hiç birini yadırgayamazdı elbet. Onların gözünden bakabildiği, Onlar gibi hissedebildiği için hepsini anlayıp, Onlar gibi ağlayıp Onlar gibi çaresiz kaldığı için her bir intihara hak verebilirdi. Sonra solundaki parkta ağaca sırtını yaslamış bir Şarkıcı, bir yazar gördü. Kalemini göğsüne saplamış, gözleri siyah, beyaz ve kırmızı. Artık iki satır dahi yazamayacaksa, gelmeyecekse içinden… Ya da yazmasının hiç bir anlamı yoksa tek çıkış yolu bu olmalıydı.

“Yağmurlu bir günde görmüştüm Seni”
“Yağmurlu bir gün… O kadar çok istiyorum ki Bizi bu duruma sokanların, cadde boyunca yağmurla birlikte akan kanlarımızda boğulmalarını.”

Yüzü aşkın senelerin simgesi bir Kartal heykelinin önünde bileklerini kesenler, bir kutu hapı Son Şampiyonu kutlar gibi birasıyla içenler gördü.
“ Ölümle yaşamı ayıran çizgi” dedi “ Siyahla beyazı ayıramaz ki”
Yürüdü, yürüdü, çok yürüdü, “Her yolun sonunda ölüm olsa da”
Yüzlercesini gördü bir köprüden el ele atlarken. Hepside çok sevmişti. “ Sevenleri kimse ayıramaz ki”

Evine döndüğünde Her şeyi görmüş ve koklamıştı… Çok sevmişlerdi sevmesine ama Birileri çıkıp asıl sahibi biziz diyordu O’nun… “Asıl sahibi”… Onların ise Sevgililer liginde Şerefli İkincilikleri vardı. Elindeki not kâğıdına “ Şerefsizler” diye yazacak oldu ama yazmadı, başka bir şeyler karaladı.
Ve Siyah beyaz atkısını bir o kadar siyah ve beyaz odasının tavanındaki kancaya geçirdikten sonra…

“ Bugün 31 Ocak…
Keşke intiharım kadar gerçek sahibin olabilseydim Senin”

Followers

Sık kullanılanlar