Pages

6 Ağustos 2009 Perşembe

SENİNLE ORTAK BİR ŞEHİR...

Aynı şehirde, aynı bulutların altında ve güneşli bir günün ardında kalan sıcak akşam saatlerinde, eski ve ahşap bir evin penceresinden, birbirlerine bakmadıkları zamanlarda, binalar arasından denize kaçan dar bir sokağı seyre dalan iki sevgili, iki güvercin… ve aralarında oynadıkları bir oyun….

Belli ki daha önceki sıcak yaz akşamlarında da oynamışlardı bu oyunu, bu iki paytak sevgili, ağzı laf yapıyordu her ikisinin de. Tecrübeleri, başlarını ileri geri yaparak coşma olsun, bir sağ ayakları bir sol ayakları üzerine kendilerini bırakarak sallanmaları olsun ve çıkardıkları, insanlar için anlamsız kendileri içinse mananın ta kendisi ötüşlerle olsun, tecrübeleri her hallerinden belliydi…

Bu dar sokakta bulunan her şey, onların oyununun bir parçası, bu oyunun bir dâhiliydi. Pos bıyıkları ile Süper Mario’yu anımsatan sokağın bakkalı, köşe başlarında ellerinde gazozlarıyla beklemeye koyulan köşe başı gençleri ve onların önünden geçen “ köşe başı gençleri” tarafından beklenen, “beklenilen kızlar”…

Kendi küçücük akıllarıyla tüm bunları yani sokağı dile getiriyordu iki güvercin oyunlarında… Bu kişilerin üstünde bulunan kelime baloncuklarını kendi küçük gözlerinden dolduruyorlardı. Lakin sokağın tüm bu eski yüzleri güvercinlerin daha önceki oyunlarında yerlerini almışlardı. Yeni yüzlere ihtiyacı vardı bu setin…

Saatlerce beklemenin nihayetinde sokak başında beliren iki silueti fark eden, grili- siyahlı tüyleri ve kahverengi gözleri olan hafif toplu erkek güvercinimiz, bembeyaz kardan beyaz zevcesine dönerek gülümsedi.

“Binaların arasında sıkışan dar bir sokaktan denize inmeyi düşünen, akıllarındaki soru işaretlerinden birbirlerini tanımadıkları, meraklı gözlerinden ise birbirlerini tanımak istedikleri anlaşılan, yan yana yürüyen ama el ele tutuşamayan bir adam ve bir kadın. Yani ne bir yabancı kadar uzak, ne de sevgili kadar yakın. ” dedi apalak alacalı güvercin…
ve oyunu başlattı…

…………………………………………………………………………………………………

Adamın yüzünde taşıdığı belli belirsiz bir endişe ve bu endişeye sebep olan istek, bu güvercin tarafından fark edilmiş olacak ki “ ortak bir şehrimiz olabilse” kelimeleri bu oyununun ilk kelimeleriydi…

- Seninle bu şehrin en işlek caddelerinden birinde bulunan eski yığma bir binanın en üst katında ki, manzarası, ufukta deniz, ön planda ise ağaçlı bahçesi ile eski bir lise olan kafede karşılıklı oturup, yabancı uyruklu garsonumuzdan iki Schweppes mandalina istemek... Diye ekledi sokak kökenli alacalı güvercinimiz ki Schweppes mandalina en sevdiği içecekti sokak güvercinlerinin… “ ve saatlerce senin o tok ama etkileyici sesini, ilk kez o güneş gözlerine bakarak dinleyebilmek…”

Kardan beyaz kırmızı gözlü küçük hanım uzaklarda sokak arasından görülebilen denize bakıp iç geçirerek (anlaşılan kendisini iyice rolüne kaptırmıştı bu romantik güvercinimiz.) karşılık verdi eşine.

- Farklı deniz kıyılarında ben senin yeşil, sen benim güneş gözlerimi düşünürken birbirimize kadeh kaldırmak. Aynı şehirde bu dar sokağın sonlandığı kayalıklarda içkimizi yudumlarken düşündüğümüz o gözlerle karşı karşıya kalmak…

Ne Süper Mario Bakkal, ne köşe başı gençleri, ne de beklenen kızlar. Bu oyun setinde bulunan insanlardan sadece ikisi fark etmişti güvercinlerin dansını. Yukarıdan gelen seslere erkek güvercinimiz bir yenisini daha ekledi…

- Seninle bir Pazar günü aynı yerel saatte bir siyah zeytine çatal sallayabilmek. O Pazar günü farklı iki hesap yerine tek bir hesabı ödeyebilmek.


Bir önceki cümlesinde ateşi çok bulmuş olacak ki romantik küçük hanımımız bir sonraki cümlesinde esprili bir yaklaşımda bulundu ve peşi sıra kikirdedi.

- Farklı şehirlerin yollarında trafiğe takılıp ayrı ayrı “pufff” lamak yerine, sıkışan trafikte bizimle aynı otobüste bulunan emo ya bakıp bu zat-ı “Nasıl? Niçin? “ diye yolculuk boyu irdelemek. “ K “ leri “ G” diye telafusundan Angaralı olduğuna kanaat getirmek.

Adam ve Kadın başlarını yukarı kaldırmış ayakları üzerinde sallanan ve sesler çıkartan güvercinlere bakarken, uzun süredir aralarında olan sessizliği güzelliği ile kendine güvercinleri bile hayran bırakan kadın bozdu.

- Keşke aynı şehirde olabilseydik.

Bu cümlenin devamını kendine aşağıdaki iki insanı hayran bırakan erkek güvercinimiz getirdi.

- Seninle farklı yağmur damlaları altında ıslanmak yerine aynı bulutun çocuklarına teslim olurduk.

Birbirlerine ne yabancılar kadar uzak ne de sevgililer kadar yakın bu iki kişi yan yana sahile doğru ilerlerken, güneş gözlü güvercinimiz arkalarından son cümleleriyle bu oyunu bitirdi.


- Sesteş bir kelime Güneş.
Her şehre farklı doğan tek bir güneş.
Her şehirde farklı anlam bulan tek bir güneş.
Asıl olan her sabah seninle aynı güneşe uyanabilmek.


Hep ortak paydada buluşsak da, ortak bir şehirde buluşmak üzere… Belki bizde binalar arasına sıkışmış dar bir sokaktan denize inerken, pencere önünde sokağı seyre dalmış iki güvercin fark eder ve yeni bir oyuna başlarız…

Hiç yorum yok:

Followers

Sık kullanılanlar